.

6 Mart 2008 Perşembe

Sobe!



- Hiç mi? Değil aslında.
- Ben mi? Aramaktayım kaybolduğunda.
- Hal mi? Sormaktan utanırım.
- Gel mi? Bulan mekân sorgusunda.
- Renk mi? Araf ta saklandı...

Sayıklamalardan arta kalan bu kelimeler,
sorgusuz taşındı kalemin şehrine.
Kaleme yemin eden kitabın, dışında yaşayanlardan,
sual olundu kayıp ruhlar.
Kahır dolu sayfalar, men edildi
“ümitvar olunuz” emrinden sonra,
kahretmek haram oldu,
kendini ve kendinde birikenleri.
Ucuza satılan yüreklerin sızıntısı,
tarifi imkânsız dualarda yükselirken semaya,
yeryüzünde kıyama durdu sabrın çiçekleri.
Kokusu, nasırlaşmış yürekleri iyileştiren.
Sabahları uyanan güneşi utandırdı,
seyirci kaldığım zulmün haritası.
Varlığın sahibine yakın olmak isteyenler, kabul etti yakını.
HİÇ değildi aslında,
toprağa kavuşan sınır tanımaz kıyamın sapan taşları.
Gecelerde yaktığım düşüncemde,
yorgunluğu merdiven altı boşluğuna sakladım.
Uzaklığı konuşan ağızlar kapattım her defasında,
söz konusu yollar, mıknatıs şiddetinde yanımda var oldular.
Şikâyet olmadı azalarım,
yalnız; ayrılıktan dem vuran dakikalara
sitem dolu mektuplar yazdım gözyaşımla.
Belki bu nedenle her ağladığımda,
ruhum terk ediyor bedenimi...
Bir şehre saklanıyor, ya da küçük bir yüreğe. . .
Bazen dost mezarı mekânı, asıl yeri şebnem dolu gül dalı....
Ben aramaktayım kaybolduğunda.
Karanlık bahanesi, şebnemler nişanesi olacak ruhumu,
bulmaktan ziyade korkmaktayım.
"ßen sana g ü l ü m demem, gülün ömrü az olur" sözünde,
kaç kereler bulduğum kendimin
nakaratı eksik şarkılardan farksız olduğunu anladım.
Bir yanım noksanlık yaşında,
diğer yanlarım,doymuşluğun kasırgasında.
Böyle çelişkili dönemlerin anlatması,
yaşamak kadar tesirli, bilmem hiç başınıza geldi mi?
Gelmediyse beklemeyin!
Anlatırken yaşamaya engel çareler bulun.
Sual denizi gözlerden fırlatılan soru işaretleri,
ön yargılar da infaz olmadan çare bulun ölümüne cevaplara.
Halimi sormaktan utanan, gülü dikeninden ayıran,
ömrü azarlayan kelimeleri mırıldanın dudaklarınız da.
Sizler, ikrar ettiğini kalp ile tasdikten uzak yaşayanlar!
Beni almayın aranıza!!
Tercihimi, hiçliğin beni kaybeden halinde kullanmak istiyorum!
Oyunu felakete veren ustanın, felaketinden istiyorum.
Yanmak nasıl gerçekse mum alevinde bile,
gerçeğin varlığına ve birliğine atmak istiyorum emanetimi.
Ateşi, serin rüzgâra dönüştürene sığınırım, fakirleşen toprak olmaktan.
Zenginliğin infak muhafazasında,gönlümün sevgi hanesini kullanın...
Gönlümü bana bırakın!!
Biriktirdiğim cümlelerimi hecelemek gerekiyor, anlaşılan olmak için.
Gitmelerimi geri getirmeyen zamanın gölgesindeyim. . .
Hala ordayım, olmak istediğim zamanda....
Canımla tutunduğum yalvarışlarımda,
kusursuz âminler biriktirmiş acizliktir varlığım...
"GEL" demeyin bu yüzden.
Bulan, mekân sorgusuyla göçer kendinden.
Ayrı- calık tanımadan, -belki biraz memleket farkıyla-
aynı toprağa misafir olacak ellerimdir bu cümlelerin tanığı.
Aklımdan geçenlerin, gördüğüm hayatların,
sanık sayıldığım yüreklerin açık manasıdır.
Siyah kalemle, beyaz kağıdı tercih eden
ben-cil ruhumu bulan varsa,
lütfen yerini bildirsin...
Bu gece yine ihtiyacım var o'na. . .
Zekatını bağışlayacağım, Araf' ta. . .
Yanacağım ve yakılana şahid olacağım
bu gece...
Cehennem gibi yanacak aklımdan geçenler,
gördüğüm hayatlar yakılacak hece hece...
Sanığı olduğum yürekler, cennet gülleri içinde...
Renklerimi soldurup Araf' ta saklanan Ey ruhum!
Gülümse Sevgili' ye...
Sobe! Sobe! Sobe!


"fatmagül Akman"

Hiç yorum yok: